Fotoğrafçılık Forumları
Nobel Orhan Pamuk Un
dünyada pek çok hayranı, türkiye de düşmanı bulunan yazar orhan pamuk nobel edebiyat ödülüne layık görüldü arkadaşlar.
Ben Hürriyet yılında doğdum. Babam çobandı. Koyun, sütü bol olsun diye, tıka basa yiyip içtikten sonra kumun üstünde yatardı. Öğleyin sağıcılar gelip koyunları sağıyor ve sütü götürüyorlardı.
Günlerden bir gün, öğle vakti güneş birden karardı. Babam ve ben Murad Nehri'nin kıyısındaydık. Koyunlar ürkerek yerlerinden sıçradı; köpekler uludu. Ben nehrin kıyısında: "Hey! Hey!" diye bağırıyordum. Babam beni hasatçıların yanına götürdü. Birisi dedi ki: "Dolu yağacak, deprem olacak"; bir diğeri ise: "korkacak bir şey yok" dedi. Güneş yeniden parladı. Ama 1914 yılının o günlerinde dünyayı sarsan savaş patlak verdi; o savaş dehşet verici sonuçlarını da beraberinde getirdi. O zaman, Türk Hükümeti yağmayı, soygunu, Ermeni katliamlarını teşvik etmeye başladı. Korku içindeki insanlar evlerinden çıkamıyor; buğdayı toplayıp eve getiremiyorlardı. Ermenilere karşı bir düşmanlık baş gösterdi. Türkler Ermeni evlerine saldırıyor, yağmalıyor, yağmaladıklarını birbirlerinin elinden kapıyor ve kavga edip, birbirlerini kesiyorlardı.
O günlerde, bir akşam geç vakit sürü yerine yerleşmiş, babam ise siyah koyunu sağmaya gitmişti. Sütü getirdi; bana içirdi ve beni uyuttu. Aniden sürümüzün köpekleri yerlerinden sıçrayıp ileri atıldı. Babam seslendi: "Kimsiniz?"
- Dostlarınız!
Babam köpekleri tuttu.
Atlılar yaklaştılar; ama selam vermediler.
Babam onları selamladı ve şöyle konuştu: "Böyle gece vakti nereye gidiyorsunuz? Attan inin kebap yapıp sizi ağırlayayım."
Atlılar atlarından indiler. Babam bir koyun seçmek için sürünün içine girdi. Atlılardan biri onu vurmak üzere silahını hazırladı. Arkadaşı ona: "Bekle, kebabı yiyelim, sonra vururuz" dedi.
Ben uyuduğum yerden bunu duydum; ama kımıldamadım. Birden birisinin yattığım yere oturduğunu hissettim; hareket edip ağlamaya başladım; babamı çağırdım. Babam geldi. Ben titriyordum. Kürt: "Hayalet sanki; korktum" dedi. Bu çocuğun boğazını keseyim mi?"
- Hayır, dedi babam, o benim en sevdiğim çocuğum, öldürme!
Öbür Kürt dedi ki: "Ey kirve! Sen çobansın; babam da çoban."
- Baban kim?
- Temur.
- Ben ve baban Temur, dostuz. Dostlar birbirini öldürür mü?
- Zorda kalırsa öldürür. Bizim Nado Bey diyor ki, sen sahte çobansın; senin aslında fedayi olduğunu söylüyor. Kafanı kesip kendisine götürmemiz için bizi gönderdi. Ve Kürt ekledi: "Ey dost, henüz hayattasın; çabuk eşyalarını topla ve kalk git!"
- Allah büyüktür; bin tane kapısı vardır, dedi babam ve beni de yanına alarak uzaklaştı.
O günden sonra koyunlarımızı kaybettik.
Sonbahar mevsimi geldi. Çingeneler elek satmaya gelmişti. Vergi memurları, taciler de gelmişti. Buğdayı işaretliyorlardı; yani buğday yerinden kaldırılmasın diye işaret koyuyorlardı.
Ben o anda karpuz istedim. Annem buğday yığınlarının yakınından geçerek yemem için bana karpuz getirdi. Taciler koydukları işaretin yer değiştirdiğini görüp başladılar bağırıp çağırmaya. Ve ceza olarak babamı bir çuval unu sırtına alıp Bulanıkh'a kadar götürmeye mecbur ettiler.
Kış geldi. Köyün büyükleri bu durumdan nasıl kurtulacaklarını düşünüyorlardı.
1915 ilkbaharı geldi, kanlı ilbahar. O zamanlar can fedayi Nado köye dönmüştü; dağdan köye inmişti. Dediğim gibi, köylüler kağnıyla tarlaya gidip buğday getirmeye korkuyorlardı. Can fedayi Nado köylülerin tarlaya gidip buğday getirebilmeleri için tüfeğiyle onlara eşlik ediyordu. Birden Kürtler onların üstüne saldırırlar. Can fedayi Nado onları görünce üzerlerine ateş etmeye başlar ve köylülere kürek ve tırpanlarla dövüşmelerini emreder.
Arabacı der ki: "Can fedayi Nado, seni ihbar etmişler; gel kağnıya bin; yoncaların arasına saklan."
Fedayi Nado saklanır.
Atlılar yaklaşıp sorarlar: "Fedayi Nado nerde?"
"Irmağa doğru gitti" diye cevap verir arabacı.
Kürtler kağnıyı ateşe verirler. Fedayi Nado keklik gibi kağnıdan dışarı uçar ve başlar dövüşmeye. Kürtler ateş edip can fedayi Nado'yu öldürürler. Nado'nun evlatlarına Khatun Mare bakar. O dönemde katliam bizim köylere ulaşmıştı; herkesi katlediyorlar
Muş'tan Hınıs'a gittiğimizde iki yaşındaydım. 1914 katliamı sırasında ise birinci sınıftaydım.
Babam 1914'te çevreye buğday toplamaya gitmişti; zira kendisi fırıncıydı. Babam köylerden geldiğinde henüz attan inmemişti ki, iki zaptiye gelip: "Hovhannes, Hükümet seni çağırıyor" dedi.
Zavallı babam yemek de yemedi. Götürdüler; bir daha geri gelmedi. "Niye yakaladınız" diye sormaya gittik. O gün ünlü 31 kişi yakalamış hepsini hapishaneye götürmüş olduklarını duyduk. Onların isimleri şöyleydi: "Antonyants Muşeğ, Terzi Ohannes, babam fırıncı Hovhannes (ona "kakaç" derledi), Altı Parmak, yani bütün o 31 kişinin adlarını hatırlayamam ama bize yakın insanlardı.
Ertesi gün sabah kalkıp hapishaneye ekmek götürmeye gittik. Askerler yaklaşmamıza izin vermiyorlardı. O kale kayaların üzerindeydi. Babam parmaklıklar arasında oturuyordu ve şöyle dedi: "Hiç olmazsa bir kere oğlumu öpeyim." Gittim; beni öptü. O hapishanede tutulanlar kuru otların üzerinde oturuyorlardı. Tuvaletlerini yapmaları için de ortada bir fıçı vardı. Babam çıkarıp bana bir mecidiye verdi. O uzun zaman kesemde kaldı. Ertesi gün hepsini sürgüne gönderdiler.
Aras bizim şehrin yakınlarındaki Bingöl dağlarından doğuyordu. Amcamın iki oğlu Mihran ve Khaçik o gün Muş'tan evimize gelmişlerdi. Ben, annem, ablam, ağabeylerim ve amcamın iki oğlu babama ekmek götürmeye gittik; amcamın oğullarından biri bohçayı taşıyordu. O itoğluit jandarmalar bohçayı yere atıp amcamın oğlunu tekmeleyerek dövmeye başladılar. Biz ağlaya sızlaya eve geldik. Beyaz ata binmiş Türklerle çalışan bizim muhtar da geçip gitti; onu da öldürdüler. O 31 kişiyi götürüp Murad Irmağı'nın kıyısına indirmişler, boyunlarına taşlar bağlayıp kurşuna dizmiş ve nehre atmışlar. Onlardan biri mucize eseri olarak kurtulmuş, geri gelmişti. Olanları anlattı; ama onu da astılar.
Bütün o önde gelen insanları götürüp öldürdüler. Geriye biz, çocuklar, ve güçsüz olanlar kaldık.
Askerler gelip dediler ki: "Kalkın! Kapılarınızı kitleyin. Hükümet sizi yeni bir şehre, Veranşah'a gönderecek. Rus gâvuru geliyor."
Yanımıza bir inek ve bir torba un aldık; annem un torbasına bir kese altın sokmuştu; ayrıca hırkalarımızın, ablamın donunun içine birkaç altın dikti.
Türk askerleri bağırıp çağırarak geldiler: "Haydi! dışarı çıkın!"
Bizden önce komşu köyü götürmüş, hepsini katletmişlerdi.
Bizi toplayıp sürüyü otlatmaya götürür gibi Soğolar'ın tarlasına götürdüler; otuz-kırk askerle önce Hınıs Köprüsü'ne indirip, ordan da Bingöl dağlarına doğru çıkardılar.
Bizi katletmeye götürdüklerinde 1915 yılının Haziran ayındaydık. Kürtler oraklarla geldiler; hasattan dönüyorlardı. Bizi Çeçenler götürüyordu. Bingöl Dağı'nın yamaçları çiçekler ve ağaçlarla kaplıydı. İtoğluit Çeçenler bizi bir vadiye götürdüler. Güneş batmaya başlamıştı bile. "Siz burda kalın. Sabah kalkıp Veranşah Şehri'ne gidersiniz" dediler.
Karanlık bastığında, bir yaygaradır koptu. O itoğluit zabitler ne kadar güzel gelin-kız var idiyse hepsinin boyunlarına kayış geçirip götürüyorlardı. Anası bağırdığında, bıçağı karnına basıp susturuyorlardı.
Henüz güneş doğmamıştı; sabah altı civarıydı. Bağırıp çağırarak bizi yürüttüler. Şişmiş bir papaz ve ağaçların arasında katledilmiş insanların yerlere serilmiş cesetlerini gördüm. Uzakta beyaz şeyler gördüm. Meğer Kürtlermiş; Hükümet onları bizi katledip soymaları için göndermiş. Ne mahkeme vardı, ne de dava.
Ablam eşeğe binmiş, önden gidiyordu. Zabit ateş edip işaret verdi; Kürtler üstümüze saldırdı. O manzara bugün bile uyumama engel olur. Şimdi hastayım ve o manzara devamlı gözümün önüne geliyor. Amcamın iki oğlunu sırtları birbirine dayalı olarak bağladılar; götürüp vadiye indirdiler. Muş'tan Hınıs'taki evimize misafir olarak sağ-salim gelmişlerdi. Zavallı Mihran'ı ve Khaçik'i öldürdüler. Vadide yere serilmiş cesetler vardı ve kan oluk oluk akıyordu. On beş yaşında bir gencin elini kesmişlerdi; kan fışkırıyor, kendisi de "Anacığım! Anacığım!" deyip ağlıyordu. Asker, sesini kessin diye bıçağı karnına so
Köyümüz Pırkhus Batı Ermenistan'ın Khılat (tarihi Bıznunik) bölgesinde Nazik Gölü'nün kıyısında, Nemrut Dağı'nın karşısında bulunuyordu; ordan doğuya Muş Ovası yayılıyordu. Güneyinde ise Van Gölü, doğusunda da Süphan Dağı bulunuyordu. Köyümüzün eğri büğrü, toprakla kaplı sokakları, birbirine dayanan damları vardı. Köylülerin evleri ve ahırları birbirine bitişikti; insanlar ve hayvanlar aynı havayı soluyorlardı. Köyde kırmızı tüften yapılmış bir kilise vardı. Nazik Gölü köyümüzün yakınındaydı. O göl hakkındaki rivayetlere göre Arap atları onun dibinden doğarlarmış. Nazik'in sularında, lezzetli olmaları dışında şifa verici özelliklere de sahip alabalıklar bulunurdu. Tılpi deresi Nazik'ten doğar, Van Gölü'ne dökülürdü.
Nemrut Dağı'nın düz zirvelerinden birinin üstünde havanın açık olduğu günlerde insan görünümlü taşlar gözükürdü. Halk, çok eski zamanlarda yazın bir çobanın sürüsünü dağa çıkardığı efsanesini yaratmıştı. Bu efsaneye göre aniden gök karışıyor ve dağ bulutların arasına süzülüyor, bol miktarda yağmur ve görülmemiş büyüklükte taneciklerle de dolu yağıyordu. O yüzden de köyde şu şarkıyı söylerlerdi:
"Gök ve bulutlar var, dolu geliyor,
Geliyor yağıyor talihsiz Nemrut'a"
Dehşete kapılan çoban diz çöküp Tanrı'dan kendisini kurtarması için yalvarıyor ve sürüsündeki en iyi kuzuyu ona kurban edeceği sözünü veriyor. Yağmur ve dolu tamamen duruyor. Güneş güleryüzlü çehresini gösteriyor. Bir gökkuşağı oluşuyor. Sürü ve çoban kurtuluyorlar. Ama çoban iyi bir kuzu yerine, üstünden bir bit yakalayıp tırnaklarının arasında ezerek başını göğe çevirip şöyle bağırıyor: "Her şeye muktedir olan Yüce Tanrım! Kestiğim kurbanı kabul et." Ve sözüm ona Tanrı bu sözlere kızarak çobanı bütün sürüsüyle birlikte taşa çeviriyor.
"O Allahsız bir çobanmış lao! O yüzden cezalandırıldı lao!", derdi dedem.
Annem az çok okur yazar bir kadındı ve bir kış elime herhangi bir kitap tutuşturarak beni okula gönderdi. Orda ancak okur yazar olabildim.
Köyümüzde buğday, arpa, keten, kenevir, lahana, şalgam ve başka sebzeler yetiştirirlerdi. Köyde hayvancılık gelişmişti. Köyümüz Bitlis Vilayeti'ne fazla bağlı değildi.
Yedi yaşından itibaren babamla çalıştım, saban sürdüm, büyükbaş hayvan besledim.
1913-14 kışında gökte bir kuyruklu yıldız göründü. Büyüklerimizden çoğu kehanetlerde bulunuyordu: "Savaş çıkacak; nehir gibi kan akacak" ya da "deprem olacak", "açlık baş gösterecek" diyorlardı.
1914 yazının yakıcı sıcağında, yetişmiş buğday başakları hafif rüzgârla hafif hafif dalgalanıyorlardı. Aniden uzaktan bizim tarlaya gelen bir atlı gözüme çarptı. O atlı yaklaştı ve babama savaşın başladığı haberini verdi. Seferberlik var; köye gitmek lazım dedi.
Yaşlı erkekleri dahi hamal ("demirbaş") olarak askere alıyorlardı. Ermeni dağlık ülkesinin zorlu kış şartlarında Bitlis'ten, Van'dan, Erzurum'dan, Kharberd'den, Sıvas ve diğer yerlerden yaşlı erkeklerin sırtına Sarıkamış'taki Türk ordusuna erzak yetiştirmeleri için 3-4 put arpa yüklüyorlardı. O, Ermeni erkeklerini sessizce soğuktan ve açlıktan öldürmek için 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın başından itibaren uygulamaya konan en acımasız, en kalleşçe, en canice ve iğrenç plandı. Karla kaplı yollar yüz bin Ermeni erkeğinin cesediyle doldu. Babamı da hamal olarak götürdüler ve biz onu bir daha göremedik. O canavarca fiilin tek bir sebebi vardı: Ermeni köylerini erkeklerden arındırmak; sonra da korumasız kalmış kadın, çocuk ve yaşlıları kolaylıkla boğazlamak.
Sarıkamış'ta Türk ordusunun tamamen bozguna uğradığı haberleri geliyordu. Türklerden bazıları Sarıkamış ormanlarında donup taşlaşmış; bütün orman onların cesetleriyle kaplanmıştı. O katliamdan sadece Enver Paşa'nın rezil bir şekilde kaçarak sağ kurtulabildiğini anlatıyorlardı. Kardan ve kışın soğuğundan çekinmeyen korkusuz Rus ordusunun sıcak giysileriyle, kavrulmuş buğday yiyen Türk ordusunu önüne katmış ilerlediğini söylüyorlardı. Kurtuluşun yakın olduğunu söylüyorlardı.
1915 yılının Mart ayında, Sarıkamış'ta bozguna uğramış Türk
Petrosyan kardeş bu verdiğin bilgileri ben zaten www. ermeni.org da okudum ayrı ayrı vermene gerek yok bence.
Hep böyle kopyala yapıştırmı yapacaksın yoksa fikirlerinimi açıklayacaksın diye bekliyorum.
Ya da ermeni komitecilerin yaptıklarınıda yapıştırcak cesaretin varmı onuda merak ediyorum açıkçası.
Böyle birbirini suçlayarak bir yere varılmaz.
Ermeni halkı bu ülkede acıda çekmiştir acıda çektirmiştir.
Bu olaylar tarih içinde yargılanmalı ve bunu tarihçiler yapmalı parlementolar değil.
Ben Feriköyde büyüdüm ve Çocukluğum gençliğim şişli-kurtuluş-feriköyde geçti bizim mahallede birçok ermeni arkadaşım vardı halende görüşürüz.
Ben onları severim onlarda beni beraber içeriz, aynı kıza aşık oluruz, aynı türküde ağlarız.
Ama senin ne yapmaya çalıştığını anlayamadım açıkçası.
Kopyala yapıştırı bırakda fikirlerini paylaş oturalım konuşalım istersen.
ORHAN YAMUK'LA İLGİLİ 2 YAZI, AŞAĞI LİNK VERİYORUM BELKİ PETROSYAN ARKADAŞ GÖRÜR DE BU SAYFALARI KOPYALA YAPIŞTIRLA DOLDURMAZ, LİNK VERİR... TABİİ BİR DAHA SİTEYE UĞRARSA
1- TANER KIŞLALI'NIN YAZISI RAHMETLİ BU YAZIYI 1999 DA YAZMIŞ... BİZ BUGÜN ORHAN YAMUK TARTIŞIYORUZ.
2- BU YAZI DA 2005 DE YAYINLANMIŞ
orhan pamukun bütün kitaplarını okumuşumdur. yeni çıkaracağı kitabınıda dört gözle bekliyorum.
o kadar basitmi ya birini vatan haini yapmak. hele o kişi türkiyenin 3-5 yazarından biriyse.(bence en iyisi)
bir kişiyi düşüncelerinden dolayı sorgulamamak gerek. kim olursa olsun. kabul edersin yada etmessin. ama o onun görüşüdür. o bir yazardır ve düşündüğünü yazmalıdır.
o sadece türkiyenin değil, müslüman alemininde gururudur.
adam kendi görüşünü söyledi. varsa karşı görüşte olan bunu oda çıkıp söylesin. ne var yani bunda.
biz öyle bir milletizki almanyada yaşayıp orada büyümüş birini türk milli takımda oynamak istemiyor diye günlerce kamuoyunda vatan haini gösterdik. olamaz böyle birşey.
nobel edebiyat ödülü ermeniler tarafından yada fransa hükümeti yada meclisi tarafından verilmiyor. verenlerde zaten ne amaçla verdiklerini söylediler. orhan pamuk ilk defada aday olmuyor nobele.
oturduğunuz yerden vatan millet sakarya demek kolay. sen o adam kadar bu devlete faydan olmamışsa o adamıda vatan haini yapma terbiyesizliğinide gösteremessin.
vatan haini diyenlere sormak isterim, dünyada kaç kişi seni tanıyor, kaç kişi orhan pamuğu.
nobel edebiyat ödülünün açıklanması esnasında yüzlerce medya mensubu vardı. o an kazananın türkiyeden orhan pamuk dediklerinde adamın vatana faydasını anlamıyacak kadar körsünüz.
niyetim burada sözde ben milliyetçiyim diye geçinen kişilerle polemiğe girmek değil. girmemde. bundan sonra bu konudada yorum yapmam. bu tür konularında bu sitede açılmasını kınıyorum.
Sinan hocam verdiğin linklerdeki yazılar harika ikiside harika ve Orhan YAMUK hakkında yorum yapmadan önce okunması gerekiyor mutlaka.
konuyu açan bendim, ama fikrimi belirtmemişim
bir iki kitabını okudum, cevdet bey ve oğulları, benim adım kırmızı ve kara kitap...
bence iyi, hem de çok iyi bir yazar. sırf ülkesini eleştiriyor diye nobel vermezler kimseye.
yalçın küçük ün , benim adım kırmızı kitabını eleştirdiği ''şebeke'' isimli kitabı da okudum. aydınlatıcı bir kitap oldu. ama açıkçası yalçın küçük benim sevdiğim ve de saydığım bir adam değildir. esasında sosyalist gözükür, oysa yabancı düşmanı bir faşisttir.
nihat genç, hep konuşuyor, hep konuşuyor, trabzonlu zaten, bizim karadenizliler çok konuşkandır
fikirleri bir ara mantıklı gelirdi, 17 yaşımdayken. şimdi çok sığ fikirler. ama yurtsever biridir aslında.
ama hakkında yanlış bilinen şeyler var; o atatürk ü devrimleri nedeniyle değil, tarıma, köy ensitülerine verdiği önem nedeniyle sever. yoksa laiklik, milliyetçilik, cumhuriyetçilik ilkelerine bağlı olduğunu sanmıyorum. onun için varsa yoksa devletçilik.
neyse, şu veya bu şekilde eleştrilebilir orhan pamuk. ama sonuçta bizim bir yazarımız, bizim dilimizde bizi anlatıyor. benim sevdiğim bir adam değil, siyasi fikirlerinden de nefret ederim. ama nobeli aldı işte. kutlamak, ona sahip çıkmak gerekir.
bundan sonra romanlarini fransizca yazmasini bekledigimiz bu paronayak arkadasimizi kecioren'e yemege davet ediyoruz
Orhan pamuk bu ülkenin insanının kalbini kırmıştır. Kendisi fikir özgürlüğünü bahane edip Avrupada belirli bir kariyeri olmasına rağmen vatanını üzmüştür. Ödül çok büyük olmasına rağmen bir vatandaş olarak bunun tadını çıkaramıyoruz.
Eğer söz konusu fikir özgürlüğüyse Orhan pamuk bir an önce Fransadaki onaylanan yasa hakkında birşeyler yapmalıdır.Gerekirse Parisin ortasında "Ermeni soykırımı yoktur sıkıysa gelip beni hapse atın" diyebilmelidir.
Fransızlar bakalım o zaman Nobel ödülü almış birisini hapse atabilecekler mi? Avrupa asıl o zaman ayağa kalkar , Fransa rezil olur ve yasa teklifini veren Ermeni asıllı fıransız millet vekilinin siyasi hayatı biter.
Orhan Pamukta bu yürek varmı bilemem...
Yaparsa ancak o zaman okurlarıyla barışabilir. Nobel işte ozaman işimize yarar.
İlgili olabilecek konular
-
Sevcan Orhan Pınar Başından Bulanır Canım Oy
04 Tem. 2021, 15:54 prodersler
097504 Tem. 2021, 15:55
prodersler -
Pamuklu Tişört Baskı Nasıl Yapılır?
02 Ağu. 2018, 21:18 transfermatik
0450902 Ağu. 2018, 21:18
transfermatik -
-
Pamuklu Zemine Transfer Baskı Kağıdı New
15 Ara. 2013, 21:21 transfermatik
2384323 Haz. 2018, 18:06
transfermatik -
Taş Atan Çocuklar-orhan Afacan
10 May. 2013, 21:38 orhanafacan
0214610 May. 2013, 21:39
orhanafacan -