Fotoğrafçılık Forumları
Kadınlar Günü Ve Kadın Hakları
tüm küçük yada büyük hanımefendilerin günü kutlu olsun.burda kadın hakları günümüzde ne durumda yazalım.
özellikle bayanların yazması dileğimdir.yazmazlarsa onların haklarını burda ne anlatacağım.
Bİz bişey biliyoruzda söylüyoruz.
Bana galırsa gadınlara devletin veriverce hiç bi hak galmamış garikin. Atatürk vermiş bütün haklarını.
Kocaları versin hakkını
Osmanlıda kadın deyince aklımıza hep padişahların harem dairesi gelmektedir.Oysa Türklerde büyük çoğunluk istanbul dışında yaşamaktadır.
Onu bugüne kadar hep batılıların aktardıklarıyla tanıdık. Oysa anlatılanlar hayal edilenlerden ibaretti.
Ronald Jennings’in Kayseri, Kıbrıs ve Trabzon, İsrailli araştırmacı Haim Gerber’in Bursa Şeriyye Sicilleri üzerinde, Yvonne J. Seng’in ise Üsküdar Tereke Defterleri üzerinde yaptığı çalışmalar Osmanlı kadın tarihinin karanlık bölgelerine güçlü birer ışık tutuyor.
Mesela Jennings, Osmanlı mahkemelerinin kapısının, gayrimüslim kadınlar dahil bütün şikayetçilere açık olduğunun altını çiziyor ve kadınların nikâh, boşanma, mülkiyet hakları ve miras gibi konularda kendilerine adil davranılmadığını düşündükleri zaman sık sık mahkemelerin kapısını çaldıklarını ortaya koyuyor. Yani öyle pasif, köleleştirilmiş, bütün hayatı kocasının iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı bir Osmanlı kadın tipi hayalden ibarettir. Hatta incelediği dönemde Kayserili kadınların yüzde 80’i bizzat mahkemeye gelmiş, ancak yüzde 20’si yerlerine vekil göndermiştir. En çarpıcı örneklerden birisi, babası tarafından zorla istemediği bir erkekle evlendirilmek istenen kızın Sipahi Mehmed’le değil, İbrahim Çelebi’yle evlenmek istediğini kadıya söylemesi ve işin daha da tuhafı, mahkemenin kızı haklı görüp İbrahim’le evlenmesinin haklı olacağına karar vermesidir.
Gerber, 16. yüzyıl Bursa mahkeme kayıtlarını incelediği zaman çok eşlilik konusunda Batı’daki önyargıların ne kadar geçersiz olduklarını tespit etmiş. 1545-1659 dönemindeki 114 yıllık kayıtlar, ölen 1, 516 erkeğin yüzde 92’sinin tek eşli olduğunu, iki eşli olanların oranının yüzde 7, üç eşli olanların ise yüzde 1’den daha az olduğunu göstermiş Gerber’e. Dilimize doladığımız 4 eşliliğe ise bu dönemde hiç rastlanmaması tesadüf olamaz herhalde!
Seng’in Üsküdar’la ilgili İngilizce doktora tezi ise Üsküdarlı kadınların 1521-1524 yıllarında şirketlere ortak olmaktan tutun da kredi vermeye kadar pek çok ‘erkek işi’ne bulaştıklarını ortaya koyuyor. (Mafyaya bulaşmışlar mı, henüz bilmiyoruz!) 16. yüzyılda son derece aktif olan Üsküdarlı kadınlar, Osmanlı kadınlarının evlerinde mahpus hayatı yaşadıkları efsanesini bir kere daha gömüyorlar mitoloji mezarlığına. Tabii anlayana... (Bu bilgileri Metin Yüksel’in “International Journal of Turkish Studies”, cilt 11, No: 1-2’deki makalesinden derledim.)
Söz Üsküdar’dan açılmışken bu defa Seng’in Üsküdarlı kadınlarının yüz yıl ilerisinde yaşamış bir kadın cerrahtan söz edelim; Salih binti Küpeli Hatun’dan.
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde (Maliyeden Müdevver Defterler’de) 1622 yılından (Genç Osman dönemi) itibaren rastladığımız bir dizi belge, bizi Üsküdarlı bir kadın cerrahla tanıştırmaktadır. Bu kadar belgenin peş peşe sıralanması da göstermektedir ki, devrin en ünlü ve başı en kalabalık fıtık cerrahı, Saliha Hatun’dur. Üstelik bir belgeden öğrendiğimize göre bu kadın, Kıptî, yani Çingene’dir.
Evet, aynı dönemde Avrupa şehirlerinden kovulan Çingeneler, üstelik kadınken Osmanlı Devleti’nin başkentinin göbeğinde resmî olarak doktorluk yapıyor ve bunlar resmî kayıtlara geçiyor ve biz hâlâ Osmanlı kadınını köleleştirilmiş, eve kapatılmış, bütün hakları elinden alınmış gibi sunuyor ve bundan da garip bir haz duyuyoruz. İlerlemiş olduğumuzu nasıl ispat edeceğiz aksi halde? Onlar geri olarak sunulmalı ki, ileri olduğumuz anlaşılabilsin! Öyle değil mi?
Velhasıl Saliha Hatun, Üsküdar’da kadın-erkek fark etmeden hastalarına hizmet veriyor, onlara şifa dağıtıyor, arı gibi çalışıyor. Üstelik de her hastasıyla bir sözleşme imzalamak ve tedavi ücretinin yarısından fazlasını peşin almak şartıyla. Saliha Hatun’un hastalarına bir şart daha koştuğunu görüyoruz. Hasta tedavi sırasında ölürse sorumluluğu kabul etmediğine ve hasta sahiplerinin herhangi bir sorgu sualine muhatap olmayacağına dair bir de belge düzenletiyor: Bunlardan birini paylaşayım sizinle (hasta konuşuyor):
“Müddet-i medîd fıtık arızasına mübtela olup mu’aleceye şiddet-i ihtiyacım olup mezbure hatunı maraz-ı mezkûra ilac eylemek içün 800 akçe ücret ile icar idüb ücret-i merkumeden 500 akçasını ber-vech-i peşin meste’cire-i mersume hatuna ifa ve teslim idüp icare-i mezkureden 300 akçesi halen zimmetimde mezbure hatuna ait ve raci deynimdedir, bi-emrillahi teala mezbure hatunun mübaşereti sebebiyle maraz-ı mersumdan ifakat bulmayup helak olursam veresemden ve ahardan mezbure Saliha Hatun’u dem ü diyetime müteallik rencide idüp dava ve niza eylemesünler...”
Yani, uzun süredir fıtık illetine tutulmuştum, tedaviye şiddetle ihtiyacım vardı, Saliha Hatun’u bulup hastalığımı iyileştirmesi için 800 akçe ücretle tuttum, 500 akçesini peşin verdim, kalan 300 akçe de yanımdadır ve bu para da onundur. Allah’ın emri vaki olup da ameliyat masasından kalkamaz ve ölürsem varislerim ve onların çocukları bu kadına beni öldürdü diye diyet uygulatmaya kalkıp dava ve kavga meselesi yapmasınlar. Yani ben kendi rızamla doktorumun ellerine teslim oluyorum, sorumluluk tamamen bendedir.
Bilindiği gibi bu uygulama, tehlikeli ameliyatlar için bugün de geçerlidir. Osmanlılar ‘rıza senedi’ diyorlardı buna. Bu senetlerden o kadar çok örnek var ki saymakla bitmez.
Ortaçağda, Hıristiyanlık inancı, kadını manastır yaşamında tanrıya
gönüllü hizmetkar olarak sunmuştur. Ayrıca yine Avrupa toplumlarında,
birtakım tabii bitkileri kaynatarak sağıltmacı (insanları sağlığına
kavuşturanlar) olarak hizmet veren kadınların bu işi büyü ya da
sihirle yaptıkları düşünülerek onlara "cadı" misyonu da yüklenmiştir.
Kadınların hislerinin güçlü ve insanlara olan şefkatlerinin fazla
olması, onların şifalı bitkiler ve suyun kaynama noktasını ölçüm
yapmadan birleştirmeleri sayesinde bu alanda iyi olmalarını
sağlamıştır. Ancak Hıristiyanlık dogmaları içerisinde boğulmuş olan
ortaçağ Avrupası kadınların yaptıkları bu işe, bilimsel bir değer
verme yerine onları bu yaptıkları işlerden dolayı gizemli birer varlık
olarak görmüş ve toplumu sağlığına kavuşturabilen bu kadınlar zaman
zaman yakılmışlardır. Bugün halen Avrupa ülkelerinde "cadılar bayramı"
her yıl geleneksel olarak kutlanmakta ve cadıları temsil eden
insanlar, sevimsiz, korkunç kadınlar kılığında sokaklarda
dolaşmaktadırlar.
Oamanlıda saraydaki kadınlar halka önderlik etmiştir ki.[Hürrem sultanı seyrediyorsunuz.görüyorsunuz kadınlar devlet işlerine bile el atmış.] bunların başında valide sultanların başını çektiği hayır müesseseleri olan vakıflar da gelirOsmanlının ilk zamanlarında kadınlar tarafından yaptırılan önemli bir vakıf kuruluşu Manisa’da Hafsa Sultan tarafından yaptırılan külliyedirKülliye içinde bulunan hastahanede ruh hastaları musıki ile tedavi ediliyorduBu aynı zamanda kadınların ekonomik haklarını dilediklerince kullanmalarına bir örnektiBugün Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde yer alan 30000 vakfiyyenin içinde kadınların kurduğu vakıfların sayısı hiç az değildir
Ankara Şeriyye Sicilerine göre burada kurulan 151 vakıftan 43 tanesi, 1546 tarihli İstanbul Tahrir defterlerine göre ise 2517 vakfın 913’ü kadınlara aittir
Kadınlar, ekonomik hakları bakımından tıpkı erkekler gibi eşit haklara sahiptiKazandığı para kendisine aitti ve dilediği gibi kullanabilirdiKadınların gelirlerinin başında, evlenirken nikah akdi sırasında belirlenen mehir, miras payı ve diğer yollardan elde edilenler bulunuyorduİslâm hukukuna göre mal ayrılığı prensibine bağlı olarak kadınlar bu gelirlerini istedikleri gibi çeşitli yatırımlarla değerlendirmişlerdir XVIIasırda Kayseri’de mülk sahibi olan erkekler ile kadınların sayısının birbirine yakın olduğu tespit edilmiştirKadınlar ticarî haklarını da bizzat ya da vekilleri vasıtasiyla mahkemelere başvurarak aramışlardır
Toplumda kadının iktisadî faaliyetinin bir yönü de; tarımın başlıca geçim kaynağı olmasından dolayı, ekim, dikim, hasat, satış konularında kadınlar erkeklerle aynı, kimi zaman daha önde olmuşlardır Kırsal kesim kadını bu açıdan anaerkil yapıyı sürdürmektedir Şehirlerde yaşayan kadınlar ise bu kez el emeklerini değerlendirerek isimlerini duyurmuşlardır Manisa’da şehre getirilen pamuğu ip haline getiren ve tezgahlarda dokuyan kadınlar şehirde çıkrık sayısı artınca bundan mağdur duruma düşmüşler ve çıkrıkların sayısının sabit tutulması için mahkemeye başvurmuşlardır Şehirlerde yaşayan kadınlar ise dokumacılık, ip eğirme, örgücülük gibi işlerde çalmışmışlardır Bursa’da mum imaliyle uğraşan Fatıma Hatun loncaya kaydedilmek için mahkemeye başvurmuştur
Osmanlı Devletinin klâsik dönemine bugünden bakarak kadınların siyasî, ekonomik, askerî, kültürel haklarının olmadığını belirtmek mümkün değildir İncelenen Osmanlı kaynaklarına dayanarak Osmanlı kadınının işlevsiz bir yapıya sahip olmadığını söylemenin yanında mükemmel olduğunu da iddia etmemek gerekir 600 yıllık Osmanlı Devletinin arşiv kaynaklarının henüz yeterince incelenmemesi, Osmanlı Devleti açısından da daha pek çok keşfedilecek mevzuun olduğunu göstermektedir Buna bağlı olarak Osmanlı kadınının Türk- İslâm kültürünün temel taşlarının bugünlere taşınmasında önemli bir role sahip olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
Kölelerin, cariyelerin, Osmanlı sarayında nasıl bir hayat geçirdiklerini tahmin etmek ise pek güç olmasa gerek. Cariyelerin padişahın ilgisini bile reddedebilecek kadar özgür olduklarını hatırlatmak işin ciddiyetini ortaya koyabilir. Julia Pardoe, II. Mahmud'un cariyeleri arasına katılması için yapılan teklifi reddeden Nazip adındaki cariye ile bizzat tanışmıştır. Olayı şöyle anlatır: "Padişah Hazretleri, Nazip Hanım'ı üç defa talep etmiş ama üçünde de reddedilmiştir. Padişah ilk sefer reddedildiğinde bunu şımarık, dik başlı bir güzelin kaprisi olarak görmüş, ve hatta Nazip Hanım'ı dostça uyarmaya dahi tenezzül etmiştir. Ama nasihati kıza hiç etki etmemişti. Ve 'Güneşin kardeşi', 'Cihan hükümdarı' hayatında ilk defa kendisini önemsenmemiş bir durumda bulmuştur, hem de sıradan bir kız tarafından." İkinci benzer olay da Padişah II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan tarafından anlatılmıştır. Babası güzel bir Gürcü kızına tutulmuş ama Gürcü güzeli tam beş yıl padişahı reddetmişti. Bir bayram günü Padişah, kıza inadını devam ettirip etmediğini sormuş; cariye kız da, "Yaşadığım sürece hayatımı size feda etmeye hazırım ve sizi asla bırakmam. Ama bana dünyaları da bağışlasanız gözdeniz olmam. Çünkü benim kocam olacak kişinin yalnızca bir eşi olmalıdır, yani, ben onun yalnız bana ait olmasını dilerim" demişti. Osmanlı sözkonusu olduğunda kadın hakları, kölelik, harem bağlamında ölçüsüz yalanlar piyasaya sürülür. Ama meselâ, iki asırlık kadı sicil kayıtlarında yapılan bir araştırmaya göre, Osmanlı'nın son dönemlerine yaklaşılırken bile kadınlar açtıkları davaların yüzde 77'sini kazanmışlardır. Anna Bowman ise bir mektubunda Türklerin tek eşli olduğunu öğrendikçe kendisinden utandığını söyler.
Osmanlı ile aynı çağda yaşayan batılı kadınlar kocaları tarafından çoğu zaman bir şarap uğruna satılıyordu.Aynı çağlarda Avrupda fahişe bolluğu vardı.1882 yılına kadar İngiltere'de evli kadınların mal sahibi olma, dava açma, hukuki anlaşma yapma ve boşanma gibi hakları yoktu.
avrupada kadınlara bakış
Halbuki Osmanlı kadınının asırlarca bu ve bunun gibi bir çok hakkı vardı. Aynı zamanda Osmanlı kadınının bu hakları aktif bir şekilde kullanması ve adaletin peşine düşmesi, bu konunun hem kadınlar nezdinde hem de toplumsal olarak benimsendiğini gösteriyordu. Ayrıca valide sultan mevkisinin ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Bir çok devlet töreninde büyük temsil gücüne sahiptiler. Gerektiği zaman devlet yönetiminde de aktif rol almışlar. .Osmanlıda kadının kendine özgür bir yapısı vardır. Gerek hanımefendiliği, gerek hoşgörülüğü, mütevazılığı ve güzelliğiyle bilinen Osmanlı Kadın`ı diğer ülke insanları tarafından takdir edilmiş ve beğeni kazandırılmışlardır. Mesela 1723`te Lâle Devri`nde, Telhîsî Mustafa Efendi`nin oğlu, yeni evlendiği kızı beğenmeyerek boşanmıştır. Kadı, kıza günde 6 akça nafaka verilmesine hükmetmemiş ayrıca kızın bütün çeyizinin ve evlenirken kocasından aldığı bütün hediyelerin baba evine götürülmesine karar verilmiştir. Ayda 180 akçanın bugünkü değeri 298 dolardan fazladır. Orta derecede bir devlet memuru olan Sadık Efendi, 1820`de karısını boşamış, kadı efendi, boşanan hanımı için ayda 50 kuruş gibi ağır nafaka hükmetmiştir. Sürekli yardımlar yapılır ve onun zor durumda kalmamasına özen gösterilirdi. Dul kadınlara gösterilen bu ilgi sebebi aile kurumunun masumiyetinin korunmasına yöneliktir.
Türk destanları, devlet anlayışı ve halkın kadına bakışı ise gerçekten
de oldukça eşittir. 6. yüzyıla tarihlenen Orhun kitabelerinde, İl
Bilge Hatun'un, Kağanın yanında devlet işleriyle ilgilendiği
belirtilmektedir. Benzer şekilde Tuğrul Bey'in eşi Altun Can Hatun ve
Melikşah'ın eşi Terken Hatun'un da devlet işlerinde sözlerinin geçtiği
bilinmektedir.
Ortaçağ batı dünyasının kadının haklarını hiçe saydığı bir dönemde,
İbn-i Batuta, Anadolu'daki Müslüman-Türk kadınlarından bahsederken,
"Burada kadınlar erkeklerden kaçmaz. Ayrılacağımız sırada sanki
akrabamız gibi bizimle vedalaşırlar ve ayrılıktan duydukları üzüntüyü
göz yaşlarıyla ifade ederler" demektedir. Macar şehrindeki
hatıralarından bahsederken de İbn-i Batuta, "burada tuhaf bir hale
şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdikleri aşırı
hürmettir" demektedir.
-Türkiye'de kadınlar 20 Mart 1930'da belediye seçimlerinde seçme ve
seçilme hakkı kazandılar. 1933'te Köy Kanunu'nda muhtar seçme ve köy
heyetine seçilme hakkı düzenlendi. Milletvekili seçimlerinde seçme ve
seçilme hakkına ise 5 Aralık1934'te yapılan anayasa değişikliğiyle
kavuştular. 8 Şubat 1935'de ilk defa meclis seçimlerine katılan Türk
kadınları mecliste 17 sandalye elde ettiler.
-Fransa'da 4 Ekim 1944'de yapılan yasa değişikliğiyle kadınlara seçme
ve seçilme hakkı verildi. 29 Nisan 1945'te ilk defa belediye
seçimlerine katılan kadınlar 21 Ekim 1945'te de ilk defa parlemento
seçimlerinde oy kullandılar.
-1925'de belediye seçimlerinde oy kullanmaya başlayan İtalyan
kadınları 1946'da ilk genel seçimlere katıldılar.
-Brezilya'da 1934'de, Filipinler'de 1937'de, Arjantin ve Meksika'da
1946'da, Japonya'da 1945'te, Çin'de 1947'de, Liberya'da 1947'de,
Uganda'da 1958'de ve Nijerya'da 1960'da kadınlar oy verme hakkına
sahip oldular.
-İsviçre'de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi 7 Şubat
1971, İsviçre'ye bağlı Appenzell kantonunda 1990.
osmanlıda kadın hareketleri
#lightningman' tarafından 11.03.2011 00:35:19 tarihinde düzenlendi.
- 1
- 2
İlgili olabilecek konular
-
Fotoğrafın Geleceği: Bugünüm Var mı Ki, Yarınım Olsun!
04 Ara. 2023, 21:07 miratcenk
077304 Ara. 2023, 21:08
miratcenk -
Podcast - Leica Efsanesi Günümüzde Bir Kestaneye mi Dönüştü?
16 Haz. 2020, 14:08 miratcenk
0137116 Haz. 2020, 14:09
miratcenk -
“2 Ağustos Dünya Nevşehirliler Günü”
08 May. 2020, 21:57 deniztendik
0118808 May. 2020, 21:58
deniztendik -
-
Doğum Günü Afiş Çalışması
15 Oca. 2019, 16:15 tasarimcizade
0372915 Oca. 2019, 16:15
tasarimcizade -
Gün Tükürdüğünü Yalama Günüdür
02 Ağu. 2011, 00:45 mechul75
1832713310 Kas. 2018, 10:16
toprakfoto -