Aksaray'ı geçtiğiniz zaman Toros'ların serin rüzgârı karşılar önce sizi. İçinize işler, titretir yeli, içinizden çok çenenizi.
Gülek'ten aşağı sallandın mı, işte o Çukurova'nın ılık esintisi çarpar yüzünüze. Kemikleriniz ısınır, oh be dersiniz derin bir nefes sonrasında. Ciğerlerinize dolan aslında kekik kokusudur bilmediğiniz, daha önce duymadığınız o enfes şey.
'Bu öten kuş ta ne? ' dediğiniz şeyse kınalı kekliktir türkülerde duyduğunuz, düz ovada avlayıp kanadını kanadına bağladığınız...
Üzüm bağları karşılar sizi önce. Dövmeden bağcıyı, yediğiniz meyvesini. Portakal ağaçları buyur eder ovaya inişin habercisi, soyup ta baş ucunuza koyduğunuz, sonrada bir yalan uydurduğunuz.
Uçsuz bucaksız bir deniz gibidir parlayan pamuk beyazı tarlalar.
İçinde ırgatların ter kokusudur helâl bir lokma için döktükleri.
"Sıcak" ne ki, gel gör içindeki esas yangını, Mehmet'in Ayşe'ye duyduğu. Ne Akdeniz söndürür, ne de serin Berdan çayı.
İşte tam orası memleketim dediğim....
Gönderen: Abdullah Karaduman |