Fotoğraf ve fotoğrafçılık hakkında haberler, bilgiler ve tartışma platformu.
  Anasayfa Foto Haber Forum Foto Market Fotoğraf Galerisi Seri İlanlar Eğitim Fotoğraf Gezileri Reklam İletişim
film şeriti
  Tozlaşmalar Zamanı.... - Fotoğraf: Şerafettin Çalışır DOKUNMA - Fotoğraf: Ali Tuzcu KapıdaKiler - Fotoğraf: Cemal Sepici Duel 2 - Fotoğraf: Erol Özdemir Ufkumda batmayan güneş - Fotoğraf: Bekir Karaca
21 Aralık 2024, Cumartesi
» Diyar Diyar Anadolu
 Doğal Yaşam
 İl İl Türkiye
 Kültürel Miraslarımız
 
 
» Fotoğrafça
Hdr Nedir, Nasıl Uygulanır.
omerkHigh Dynamic Range      Bir fotoğrafda karanlık yüzel ile aydınlık yüzey arasındaki ışık farkı o fotoğrafın Dinamik Kademesini belirler. SLR veya DSLR makinaların algılayabileceği ışık şiddeti belirli sınırlar içersindedir ve bu değerdeki fotoğraflar LDR ( Low Dynamic Range ) ola...
Devamı »
 
» Kültürel Miraslarımız
Sinop Şehitler Çeşmesi
Sinop Şehitler Çeşmesi
Çeşmenin yapım tarihi ve bigileri kitabesinde mevcut. Kitabesinde şunlar yazıyor; Harp ilan edilmeden 30 kasım 1853 çarşamba günü Rus donanmasının b...
Devamı>>>
 
» Aktif Üye/Ziyaretçi
Üye: minaderinz, (1)
Ziyaretçi:
 
Toplam Üye: 282636
Dün: 0
Bugün: 1

Alahan Manastırı - Alahan / Karaman

Alahan;eski adı ile Kocakalesi, Karaman-Mersin karayolu üzerinde ve Karamandan 40 Km. mesafede, Torosları aşıp Göksu vadisine inen yolun sol tarafında, bir hayli sarp yamaçta ve yola takriben 1.5 Km. mesafede yer alır.
Manastır çok eskiden beri bilinmektedir. Burayı ziyaret eden Ev¬liya Çelebi, külliyeyi gayet açık ve geniş olarak bize anlatmıştır. 1826 yılında burasını gezen Fransız Laborde manastırı batı dünyasına ta¬nıtmıştır. 1890 senesinde İngiliz bilim adamlarından Ramsay ve Hogarth Alahanı gezerek ilk ilmi çalışmayı yapmışlardır.
Alahan’da resmi kazı faaliyetleri 1955 yılında başlamış İngiliz Ar¬keoloji Enstitüsü adına Prof. Michael Gough çalışmaları 1972 senesi¬ne kadar sürdürmüştür. Adı geçenin 1973 senesinde vefatı üzerine çalışmalar tamamlanamadan yarım kalmıştır.
Alahan Harabeleri Göksu vadisinden 1000 m. denizden ise 1300 m. yükseklikte olup, doğu - batı istikametinde uzanan bir teras üzerin¬de yer almaktadır. Terasın batısında yer alan tabii mağara buradaki ilk yerleşmeğe imkân hazırlamıştır. Anadoluda manastırların ya¬pılmağa başlaması M.S. 357 - 358 senelerinden itibaren başlamıştır. Alahan manastırı da takriben 5. ci asrın ortalarında inşa edilmeğe başlanmış, asrın sonlarına doğru yapım bitmiş, fakat bazı kısımlar hiç bir zaman düşünüldüğü şeklini alamamıştır. Manastırın kurucu¬su TARASİS adında bir rahip olup, terasın ortalarında, kaya içine oyulmuş lahit - mezarda gömülmüştü.
Manastır 6. cı asrın içinde sakin bir hayat geçirmesine rağmen 7 - 8. ci asırda İstanbul’u fethe giden Arap akıncılarından etkilenmiş ve hayatiyetini kaybetmiştir. Ancak Manastır hiç bir zaman tama¬men terk edilmemiştir. Aynı şekilde 11. ci asırda Türklerin Anadolu-yu istilasında, Selçuklu Türklerinin yerli halka toleranslı davranış¬ları ve din hususunda her hangi bir baskı yapmamaları sebebiyle buradaki Hristiyan merkezleri kendilerini muhafaza etmiş ancak yayılma imkânı bulamamıştır.
Manastır külliyesi batıda tabii bir mağara ile başlamaktadır. İlk araştırmalar sırasında burasının prehistorik bir yerleşme yeri olabileceği fikri ileri sürülmüş, fakat kazı¬lar neticesinde bu hipotezin yanlış olduğu görülmüştür. Bu mağara muhakkak ki buradaki ilk iskânı sağlamış, dini merkezin ilk çekirde¬ğimin oluşmasına yardımcı olmuştur. Mağara Kızıldeniz kıyısındaki St. Anthony ve St. Paul mağaralarının oynadığı rolü oynamıştır. Oyuğun doğu kenarındaki apsisin bu gün bile sağlam olduğu kolay¬ca görülür. Mağaranın üzerinde insan eli ile oyulmak suretiyle mey¬dana getirilmiş keşiş hücreleri yer almaktadır.
Mağaranın hemen doğusunda büyük bazelikanın kapısı yer al¬maktadır. Kapı yapıldığı şekilde zamanımıza gelmiş bulunmaktadır. Bazelika 3 neften ibaret olup, kuzey duvarının yamaca dayanması nedeniyle sel sularından ve yuvarlanan taşlardan ziyadesiyle etki¬lenmiş, harap olmuştur. Bu sebepten üst kısım hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olmamaktadır. Üç neften ortadaki nin nihayetinde apsis yer almakta, dini törenler buradan idare edil¬mekteydi. Din adamlarının oturmaları için iki sıra halinde amfi tiyatro şeklindeki oturma yerleri apsis duvarına dayanmaktadır.
Binanın en ilginç yanı yukarıda bahsettiğimiz kapı ve onun üzerindeki işlemelerdir.Kapı sövelerinin içinde kanatlı 5 melek tasviri yer alır.Ayakları altında tahribat nedeniyle tesbiti güçleşmiş bir takım figürleri çiğneyen bu beş melekten birisinin Mikail, diğerinin ise Cebrail olduğu anlaşılmaktadır. Cebrail’in ayakları altında bir boğa ve bir adam figürü yer almakta, bunun ilk çağ tanrılarından İs is olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer meleğin ayakları altında ise Frigya takkeleri bulunan iki kadın figürü yer alır ki; bunlarında ana tanrıça Kibele ve diğer bir tanrıçayı temsil ettiği tahmin olunmaktadır. Bu kompozisyon bize Hiristiyanlığm Anadoluya gelmesi ile bu ilkel dinleri ayaklarının al¬tına aldığı ve onlara galebe çaldığı ifade edilmek istenmiştir.
Aynı kapının lentosunun alt yüzünde ise : dört incil yazarının sembollerinin işlenmiş olduğu göze çarpar. Yanlarda bir aslan ve bir boğa başı ve ortada bir kartal figürü yer alır. Hepsinin üzerinde ise kanatlı bir melek bulunmakta, yanlarda ağaç figürleri yer almakta¬dır.
Lentonun dış yüzünde ise uçar vaziyette iki meleğin ortasında Madalyon içinde Hz. İsa’nın büstü yer almaktadır. Sövelerin dış yü¬zünde ise 4 insan portresi yer almakta, bunların İncil yazarlarına ait olduğu fikrini uyandırmaktadır. Bütün bu dekorlar bu kilisenin İn¬cil yazarları yani Evangelist'ler adına yapıldığına işaret etmektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz kilisenin doğusunda bir avlu ve bir ta¬kım mekanlar yer almakta, humardan birisinin fırın olarak kulla¬nıldığı kazılar sonunda anlaşılmıştır
Kilisenin güneyinde, hemen bitişik ve doğu - batı istikametinde uzanan revaklı bir yolun «Portiğin» yer aldığı ve doğudaki kiliseye bağlandığı görülür.Revaklı yol düz olmayıp, seviye farkı merdivenler ile giderilmeğe çalışılmıştır. Yolun uzunluğu 115 m. olup, güney kenarı gayet büyük kesme taşlarla örülmüştür. Bu taş duva¬rın üzerinde sütunlar yer almakta idi. Yalnız bu revaklı yol hiç bir zaman tamamlanamamıştır. Revaklı yolun tam ortasında ve güney duvarının üzerinde anıt görünüşlü bir yapı yer alır. Yapı külliyenin kurucusu Tarasis'in mezarının tam karşısında yer aldığından onun anısına atfen dikildiğini söyleyebiliriz. Anıt 3 nişli olup, üst kısmında Suriye tipi bir alınlık yer alır. Alınlığın kenarlarındaki üçgen boşluk¬lar içinde uçar vaziyette melekler yer alır.
Bu çeşit figürler orta çağın başlarında, Romanın başlıca tezyinat motiflerinden birisidir. Burada figürler üst üste yığılırcasına tasvir edilmiş olup, plâstik sanat sahasında fakir kalmış Hristiyan sanatı¬nın ilgi çekici bir örneğidir.
Revaklı yolun kuzey tarafında, batı bazelikasının arkasında Prof. Gough tarafından kazı neticesinde meydana çıkarılan vaftizhane yer alır. Vaftizhane; dikdörtgen biçiminde ikiside apsisli ve bi-ribirinden 3 sütun ile ayrılmış iki mekândan meydana gelmiştir. Ku-zeydekinin içinde dört kollu, haç biçiminde bir havuz bulunur.
Vaftizhanenin doğusunda ve kuzey yamaç içine oyulmuş bir sıra hücreler bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesinin içinde kurucu Ta-rasis'in kitabeli lâhdi yer alır. Kitabede şöyle denilmekte ve külliye¬nin tarihlenmesinde bize yardımcı olmaktadır.
«Burada çok mümtaz Flavius Severinus ve Flavius Dagalaiphus'-un konsüllüğünden sonra, indiktionun I5.ci yılının 13 şubatında, kut¬sal oruçların ilk haftasının salı günü ölmüş olan, hatırası mukaddes, kurucu Tarasis yatıyor.»
Manastır kurucusunun M.S. 462 de öldüğüne göre Manastırı M.S. 450 lerde inşa ettirdiği ileri sürülebilir. Kurucu bu dağda sadece ufak bir kilise kurmuş, ondan yıllarca sonra diğer binalar inşa edil¬miş olabilir. Nitekim doğudaki kilisenin sütun başlıklarının üslûpla¬rı daha geç bir devre, M.S. 560 tarihleri civarına işaret etmektedir. Keza kazılar sırasmda 4 - 5 - 6 cı asırlara ait sikkeler bulunmuşsada, bunlar külliyenin tarihlemesinde kesin bir delil olamazlar. Yalnız batıdaki kilisenin daha erken, doğudakinin daha yeni olabileceği, M.S. 450 - 550 yılları arasında inşa edildiğini söylevebiliriz
Revaklı yolun nihayetinde, komplex'in en sağlam kalmış binası yer alır. Binanın sadece üst örtü kısmı noksandır. İtinalı bir işçilik ile kesme taşlardan yapılmış, mümkün olabilecek her yerinde zengin surette kabartma süsler ile bezenmiştir. Kilisenin önünde bir avlu. yer alır. Girişinde 3 kapısı bulunan kilise, daha ziyade bazelika ha¬vası vermektedir. Fakat iaha ilk anda üst yapının bazelika prensip¬lerinden ayrı bir karakterde olduğu dikkati çeker. Ortadaki büyük nef; taş kemerler ile takviye edilmiş bir örtüye sahiptir. Bu kemer¬ler nefte çıkıntı teşkil eden büyük sütunlara oturmaktadır. Küçük yan neflerin başka hiç bir Bizans kilisesinde görülmeyen bir özelliği; bunlann bema hizasında birer apsisle kapanmasıdır.
Büyük nef, yan neflerden iki sütunla ayrılmıştır. Burada enteresan olan bir hususta kilisenin kuzey duvarı doğrudan doğruya tabii ka yanın düzeltilmesi sayesinde elde edilmesidir.
Alahan Külliyesinin en önemli ve sanat tarihi yönünden en ilgi
çekici tarafı, ortadaki büyük nefin ortasında paye ve sütunların üze-
rine oturtulmuş dört kemer üzerinde yükselen kule biçimindeki kı-
sımdır. -
Çok muntazam kesme taşlardan yapılmış, hafifçe dikdörtgen plânlı kulenin binayı aşan duvarlarında her cephede bir tane olmak üzere dört pencerenin yer aldığı görülür. Alt kısımda kare plâna sa¬hip olan kule yukarıda sekizgene geçişin unsurlarına sahiptir. Ku¬lenin örtü sistemi bir problem olarak durmakta, örtünün taştan veya daha hafif bir çatı üe örtûîdüğü ileri sürülmektedir. Verzone örtü¬nün taştan olduğunu, Gough ve Forsyth ise ahşap olduğunu ileri sür¬mektedir.
Muhakkakki Alahan Manastır Komplex'inin bu Kilisesi Anadolu mimari tarihinin başlıca eserlerinden birisidir. Burada klâsik bazeli-ka prensipleri önemli ölçüde değişikliğe tabi tutularak yeni bir yapı ve mekân anlayışı ortaya konulmağa çalışılmış ve oldukçada başa¬rılı olmuştur. Burada 8. cı yüzyılda, Ayasofya'ya ulaşan kubbeli ba-zelika yapı fikrinin güzel hatta, mükemmel bir ömeği üe karşılaşılır, Süsleme henüz ilk çağ geleneklerini kuvvetle aksettirmekte isede bunların Barok bir zevkle kalabalık ve ağır bir şekil alması, zengin iıiîistiyan motifleriyle karıştırılması, bölge taş plâstiğinin başlıca vasıflan olarak aksetmektedir.



Gönderen: Mustafa Doğan

 
©Copyright 2002 - 2011