Zamana Hükmeden Gerçek Saltanatlar
AHLAT MEZAR TAŞLARI
Medeniyetlerin ana çizgilerini yüklenen nesneler vardır;zahirden bakıldığında bir ayrıntıdan ibaretmiş gibi görünürler,ancak hakikatte bütün bir sosyal hayatı etkileyerek ma’şeri vicdanda yer edinirler.Bunlar bir milletin kültür ve sanat birikimini oluşturan pek çok alanda karşımıza çıkar.” Ahmet Hamdi Tanpınar,karşımıza çıkan bu değerleri “Bir medeniyetten öbürüne geçerken, yahut,düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanıbaşında zamana hükmeden gerçek saltanatlar ve kültürün asıl şerefli tarafı“ olarak görüyor.
Ebedi istirahatgâhlarımız ile toprağı üzerinde çağlar boyu zamanın oluşturduğu unutkanlığa karşı inatla ve dirençle sadık bir dost, bir sevgili gibi ölüyü bekleyen şahideler bu kültürel nesnelerin,saltanatların en anlamlı kısımlarını oluştururlar. “Yapıldıkları çevrenin ve dönemin inançlarının örf ve adetlerinin sanat geleneklerinin tabiî, iktisadî ve içtimaî şartlarının müşterek mahsulü olmaları nedeniyle mezar taşları toplumun paha biçilmez bir etnografya laboratuarıdır.” Bu nedenle sanat tarihinin yanı sıra daha birçok bilim dalının kaynakları arasında yer alan mezar taşlarının ortaya çıkartılıp incelenmesi sanat tarihi açısından olduğu kadar kültür tarihi bakımından da önem arz etmektedir.“Mezar taşları toplumların icra etmiş oldukları sanat faaliyetlerini, zevk ve anlayışlarını sunan ve fiziki varlıklarıyla günümüze taşıyan unsurlar olmalarından ötürü ilk elden kaynak olma özelliğine sahiptirler.” Unutmayalım ki; Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı ve töresi hakkında önemli bilgiler veren ilk Türk yazılı belgeleri, Orhun Abideleri dediğimiz mezar taşlarıdır.Ayrıca mezarlıklar ve mezar taşları millî birer tapu mesabesindedirler.Yahya Kemal bir yazısında Eyüpsultan’la ilgili olarak “….Bütün o kabirlerin aralarından geçtiğim bir gün,sahabi Halid’in yanında fetih askerlerinden birinin burma kavuklu taşına vecd ile uzun uzun baktım;tiryaki bir ocak ihtiyarının vücudunu haber veren o metin taş,ölümün ortasında kavuğu yıkılmış,hala fetih rüyasını görüyor gibi dalgın duruyordu.Zaten Eyüpsultan o rüyanın toprakta mücessem bir devamı değil mi ?” Tanpınar da,İstanbul’u anlattığı bir konuşmasında “….İstanbul’da hemen her yerde çoğu surların etrafında olmak üzere,fetih şehitlerinin mezarları vardır.Bunlar Türk İstanbul’un tapu senetleridir.İstanbul’da bizim hayatımız bu şehit türbelerinin etrafındaki hürmetle başladı.Bizans’ın asırlarca işlenmiş bin türlü külfet, merasim ve âdapla dolu,altına ve sırmaya garkolunmuş derin ilahili ruhaniliğini dedelerimiz bu şehit türbelerinin başında yaktıkları ilk mumla yendiler.” Bu çarpıcı bakış ve yakalayışlar gösteriyor ki mezar taşları,birer işaret taşı olmasının ötesinde dinî ve millî kimliğin taşlara oyulmuş kültürel kodlarıdır.
İslâm kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu bölgeler arasında mezarlıklar ve mezar taşları açısından Anadolu coğrafyasının ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır.Yüzyıllar boyunca değişik kültürleri üzerinde barındıran,onları birbiriyle kaynaştıran ve XI.yüzyıldan itibaren Türk yurdu haline gelen Anadolu’da bu tarihten sonra İslâm öncesi döneme ait inançlar,burada yaşayan eski kültürlere ait gelenekler ve İslâm inancının bileşimi ile meydana gelen bir mezar kültürü ortaya çıkmıştır.Bu kültürü yansıtacak nitelikte,oldukça zengin çeşitlilikte binlerce mezar taşı Anadolu’nun değişik bölgelerine dağılmış durumdadır.Ölüm fikrinin mücessem tasvirini yaşayanlara bu kadar munis ve cana yakın gösteren,hüzün ve zarafet dolu mezarlıklarında binlerce anıtsal mezar taşı bulunan Ahlat bu merkezlerin başında gelmektedir.
İslâm devrinde büyük küçük on iki devlet veya hânedanın idaresi altında kalmış, Evliya Çelebi’nin Oğuz Taifesi Şehri,Selçukluların Kubbetü’l İslâm, Osmanlıların Ata<
Gönderen: Üzeyir Akçelik |